25 Şubat 2016 Perşembe

Kar?
Karanlıkla bürünmüş olsa da gökyüzü, kar yağarken yine, hissetmez miyiz geceyi?
Geceyi gece yapan, kardır, yağmurdur bence.
Tüm soğuğu örtmez mi, savrulmuş kar taneleri? Ağlayan birinin nemli dudaklarını, kıvrıltmazlar mı onlar? Kendiyle başbaşayken bile insan, kıpırtı oluşmazlar mı bedeninde? Kirpiklerine düşen her kar tanesini, saymak istemez mi?
Savrulmak istiyorum ben, her kar tanesiyle, farklı yerlere.
Bazen kar olup süzülmek istiyorum gökyüzünde, bazense yağmur olup basılmak üzerine.
Ayrıldığında sevgilisinden bir kadın, liman olmak istiyorum ona.
Bir yazara heves olmak...
Yalnız çocuğa oyuncak, yaşlı bir kadına ise umut her şeye dair.
Sevilmek istiyorum ben, saf olmak.
Temizlemek gökyüzünü önce, sonra taht kurmak sonsuzlukta...
Gerek yok daha fazla, edebiyat yapmaya.
Kar olmak istiyorum ben!
Kar!

29 Ocak 2016 Cuma

"Bazen nokta koyamaz, virgüllerle geçiştirirsin."

Çok doğru, değil mi?

Bazen bitiremezsin, kıyamazsın yaşananlara, anılara, acılara bile kıyamazsın. 

Çünkü sizindir onlar, yaşamışsınızdır. Geçiştirirsin hepsini, görmezden gelirsin, yok sayarsın. Ama bir gün sonu gelir. Her şeyin sonunun geldiği gibi, aşkınızın da tahammülünüzün de sonu gelir.

Bıkasın bir süre sonra ama vakit geçmiş olur. Son noktayı koyduğunda sende bitersin, o da biter. Siz diye bir şey kalmaz ortada. Her şeyden nefret edersin.

Geç kalmamak lazım, azizim. Uzatmamak lazım, çırpınmamak, üstelememek lazım.

Bazı aşklar vardır; kendini tükettiğine değmez. Eğer sizin aşkınız da öyle ise söylenecek tek söz, "Vazgeç!" tir.

Vazgeç herşeyden, gerekirse kendinden bile! Vazgeçmezsen bile boşuna.

Zaten sonunun geldiğini farketmeyeceksin. Sonunda sende biteceksin!


Derin bir kuyuyu andıran gözlerin, kuyunun içindeki su kadar saf değildi.O kuyuda kaybolurdum ama dibini gördüğümde canım yanardı. Hissettiklerim ağır basardı kalbime ve düşüncelerimin ağırlığıyla bir kez daha çökerdi zihnim. Sonunu bilmezdim.
Ben o gün, karların süzüldüğü o gecede, gideceğini bile bile yine sana sığınmıştım. Yine sen de aramıştım benliğimi. 
O gece eve bıraktığın zaman, ne güzel öptüğün gelmişti aklıma. Uyumamış, bütün gece onu düşlemiş ve yarın, dudağımın kenarında daima olan gülümseme ile yine sana gelmiştim. O kadar kaybolmuştum ki o anda, bunun bir terk ediliş olduğunu anlamamıştım bile. Yine de öyle emindim ki beni bırakmayacağına, her gün tekrar tekrar yine sana koşmuştum. Yine seni sormuş, yine sen kokan hayallerde kaybolmuştum.
Biliyordum, yanlış giden bir şeyler vardı ama, sen de vardın. O zamanlar, sen her yanlıştan daha doğruydun. Bilmiyordum ki, aslında her yanlışın senden daha doğru olduğunu...
Bir şeyler tüketiyordu benliğimi. Zihnimin kıyılarında biriktirdiğim doğrular teker teker denize açılıyorlar, beraberinde beni de sürüklüyorlardı...
Bugün, yine geldin aklıma. O kadar öfkeliydim ki sana dokunan uzuvlarıma, sen olduğun için değil, sen olmadığın için her geçen gün biraz daha büyüyordu bu öfke. Seni öyle çok seviyordum ki!
Bir insan gözlerine baktığında ne kadar dibe batılabilirdi, bilmiyordum. Ama ben kuyunun dibini kazıyor ve oradaki tahtımı kuruyormuş gibi hissediyordum. Cehennemin en dibinde kül olup, yine de yanmaktan bıkmıyordum. 
Her zaman buz gibiydin. Buz gibi olmanın tek yararı, aslında her kar yağdığında seni hissetmemdi. Onun soğuğunda ruhuma dokunman ve her zaman yanımda olduğuna kendimi inandırmamdı. 
Sonra sigarayı içerken ki halin geldi aklıma. Gözlerini kısmış, etrafı kısaca süzmüştün. Sırf o gecenin hatırına bırakamayacağına emindim. Çünkü ben de sigara gibiydim.
Her defasında bana kalkan oluyor ama her nefeste yine beni dağıtıyordun. En sonunda yine tüketen sen oluyordun.
İsmim dudaklarından her döküldüğünde, o tınıyı zihnimin arka odalarında saklardım. Şimdi o yerlerde intiharın gölgesini muhafaza ediyordum. Senin dolduramadığın o kuyuyu, intihar ölümcül gölgesiyle dolduruyordum. O kuyuya kendimi bıraksam da dibini göremiyordum. 
Yere düştüğümde ölecek miyim, yoksa parçalarımdan tekrar mı kırılacağım? Bilmiyordum. Ben burada öylece, sonumu bekliyordum. 
Gençliğimin atıldığı zindanlara ulaşan gözlerim, bana uzanan ellerini görmüyor bile. Zihnimin ötesindeki karanlık odalarda asla yaşamadığım gençliğimden parçalar beliriyor.
Anımsayamıyorum. Kendi zihnime karşı yenilgimi kabulleniyorum yavaş yavaş. Çünkü şimdi, terk ettiğin harabede, çığlıklarımın dinmesini bekliyorum. 
Kendimden kilometrelerce uzakta olan kıyıya yine vurmuş, oradaki küçük su kütlesinde yine boğulmuştum. Kaç kere eşiğine geldiğim uçurumdan atlamış, ama hala dibini görememiştim. 
Kendi kimliğimden saklanıyordum; çünkü düşerken benliğimi yitirmiş ve vurduğum kıyıda duygularımı kaybetmiştim. Şimdi anlıyorum, aslında asıl kimliğimi hiç bulamamıştım.
O gece ki gibi, yine karlar gökyüzünden süzülürken; sana koşuyorum ansızın. Dizlerimin bağı çözülmüş gibi, aynı geceyi tekrar yaşıyorum. Biliyorum, aslında kendi ölümüme koşuyorum. 
Ama umursamıyorum. Rüzgarın şiddetli tınısını yok sayarak, karlara karışmak için koşuyorum. Her zaman ki dileğimi yerine getirmek için koşuyorum. Benliğimi aramak için; kaybettiklerimi bulmak için koşuyorum. Hiçbir zaman sona ulaşamayacağımı bilsem de koşuyorum. Rüzgara meydan okuyarak; karlara yoldaş olarak koşuyorum.
Tam şu an, ayaklarımın altındaki o karlı toprakta yuvarlanırken; aslında sonumuzun mutlu sonla bitmeyeceğine kendimi inandırıyorum. İnancım ne kadar sağlamsa, zaman o kadar geçiyor.
Aşk romanlarının, yıpranmış sayfalarından dökülen sözcükler, hatırlamanın baştan unutmak olduğunu haykırıyorlar. Her şey unutulmaya mahkumdur.
İnsan anılarıyla yüzleşmeden unutamıyordu. Unutmak istediğinde hatırlıyordu. Aklında her canlandırdığında, tekrar eden her cümle gibi, yine seni yakıp kül ediyordu. Ama bu sefer, küllerinden doğmaya vakit kalmıyor, sen yanarken küller de uçuşuyordu.
Ellerimin üzerindeki kar, tıpkı o geceki gibi keskin ve gerçekti. Hissettiklerim karşıma dikilmiş bana meydan okuyor, bu savaşı çoktan kaybettiğimi fısıldıyorlardı.
Kulaklarımdan giren o fısıltı, içimde kükreyerek, gerçekleri anlamamı sağlıyordu. Gitmiştin, ya da gitmemiştin. Ne var biliyor musun? Aslında sen hiç olmamıştın. 
Dudaklarımdan atmosfere yayılan çığlık, benliğime kök salmış ve içimdeki ölen çocuğu dürtmüş, hiç bir zaman dirilmeyeceğini kabullendirmişti. Şimdi soruyorum kendime; sonunun geldiğini bile bile, hala pes etmek yok mu?
Yok! 
Eğer seni kabullendiysem, sonların hiç bir anlamı yok. Asıl soru şu.
Ruh ölür mü?
Ağır darbelerin gömüldüğü bir bedende, kalp bile canlı kalamazken, ruh nasıl enkaz olmaz ki?
Sevgiden muaf olduktan sonra ruh, nasıl savaşır tek başına? 
Oradaki çukur nasıl dolar?
Ben o kızdım. Yıktığın enkazın altında kalan kız. Senin ellerin titremeden indirdiğin balyozu, öleceğini bile bile kabullenen kız. 
Kendi kalbini yok sayıp, senin zehirli kalbini temizlemeye çalışan, her yaptığına koşulsuz boyun eğen kız.
Kayıp ruhunu bulmak için çırpınan; bedenimin kuytularında yankılanan tiz çığlıkları susturmak, hıçkırıklarımı söküp atmak için paramparça olan kız.
Biz olamayınca ben olmak için çabalamış ama asıl benliğimi de kaybetmiştim. Kusurlu kalbimi onarmak, ama her şeye rağmen ayakta durmak istemiştim. Oradan oraya savrulsam da yine sana koşmuş, gerçek huzuru senin kollarında aramıştım.
Kavlayan hislerim dökülse de, yenilemek için yıkılmayı bile göze almıştım. Ama benim masum umutlarla inşa ettiğim evi, sen körelmiş duygularınla darmaduman etmiştin!
Şimdi bakıyorum da, benim tutsak olduğum yalnızlıkta sen bile yokmuşsun!
En başa dönüyorum. Her şeyin başladığı o karlı geceye... Sadece iki cümle ile;
Ruh ölür mü?
Her şeyin bir sonunun olduğu bu dünya da, ruh neden sonsuz olsun?






6 Ocak 2016 Çarşamba

Tam olarak karmaşıklığın beden bulmuş haliyim.

Kalbimin derinliklerindeki acı, artık kendine son vermek, gizlendiği yerden çıkmak için çırpınıyor. Zorlukla üzerinde durduğum ayaklarımı, bileklerinden tutup sallandırıyor adeta. 

Düşünceler yavaş yavaş beynime akın ederken, nerede olduğumu hatırlıyorum ilk önce. Sonra ise nasıl bu çıkmaza sürüklendiğimi...

Geçmiş olmak için zamanla yarışan, ama geçmeyen acılarım kendini gösteriyor yavaş yavaş. Bu beklenmedik durum tökezletiyor benliğimi, bir adım geriye adım atıyorum.

Bir damla düşüyor kirpiklerimin yansımasına, ağlamam gerektiğini hatırlatırcasına.

Bir damla daha düşüyor, kurumuş dudaklarımın üzerine. Yağmur yağıyor, kirliliğimi yüzüme vurmak istercesine.

Masumluğumun kirli zihniyetlerle son bulduğu bu gece, ay biraz daha parlak görünüyor gözüme. Umudumu tamamen kaybettiğimi vurgularcasına. Her saniye kat ve kat yitirdiğim umudum, sonunun gelmesine hahkahalar atıyor. "Ben biliyordum." dercesine.

Komik olan, ben de biliyordum bir gün tükeneciğini umudumun. Bir gün son bulacağını, kalbimin kuytularında. Benzersiz bir haz duyuyorum bundan. Bir gülümseme hayat buluyor dudaklarımda. Sonumun geldiğini hatırlatırcasına.

Ya da her sonun bir başlangıç olduğunu...

5 Ocak 2016 Salı

Bedenim yalnızlıkla kavrulurken, saçlarım uçuştu rüzgarla. Kirpiklerimi gölgeleyen her damla, ruhumdaki yaraları örttü birer birer. İçime çektiğim her nefes, uyuşturdu benliğimi. Ayaklarımın altında ezilen her yaprak, birer anıydı sanki. Etrafımdaki sarıyla kavrulmuş turuncu ton ruhsuz gözlerimde belirirken beraberinde huzur taşıdı ruhuma.

Soğuk iyiydi. Bir çok şeyden daha iyi. Bedenimi ve benliğimi her geçen gün yaralarla süsleyen insanlardan (!) fazla iyi. Belki de kötü olan bendim. Gizlediklerim, gizlemeye çalıştıklarım, içimdeki ölü kızı gömmek istemeyip, yaşaması için direnmemdi mesele. Göstermemek için çırpınmalarım. Anlaşılmamam değil, anlaşılmak istemememdi sorun.


Issız sokakta, kimsenin duymayacağını bile bile çığlık atmıştım ben. Denemiştim, sadece bir kez. Sonrasında kabul etmiştim kendimi. Asıl beni kabul etmiştim.


Başkalarına kendini gösterecek cesaret yok bende. Her ne kadar tersini düşünselerde. 


Cesaret iki kelimeyi çekinmeden dile getirmek değil, içindeki uçurumları tanımlayabilmekti. Ve ben o kadar cesur değildim.


Çekinmem, kimseden. Sesli söyleyemem içinde kopan fırtınaları, dile getiremem kolayca. Her gün profosyonalce oynadığım rolü, tek hamlede silemem. Kimse inanmaz buna. Sahte gülüşlerimi unutamaz dudaklarım, her gün üzerinde duraksayan gözyaşlarımı da. 

Yanaklarım unutamaz o sıcaklığı, dilim ezberlemiştir o tuzlu tadı. 

Ayaklarımın karışamadığı özgürlükte, ruhum kayboldu benim. Arasam da bulamam artık. 

İstesem de olamam artık!

İçimdeki kız canlanmak istese de, küllerinden doğamaz artık. Anka kuşu değilim ki ben, özgür olamam artık. 


Bedenim arasa da ruhunu, onu bulamam artık!



4 Ocak 2016 Pazartesi

Kadın yumdu gözlerini, duyduklarını sindirmeyi denedi birkaç saniye.

"Bir şey demeyecek misin?"


Bir çizgi halinde duran gözlerinden, göz pınarlarına baskı uygulayan hislerini özgür bıraktı.

Ne diyebilirdi ki?

"Sen bilirsin. Bu kadar çabuk kabulleneceğini bilseydim, çırpınmazdım karşında bu kadar."


Çırpınmak...

Neye yarardı ki şimdi? Onca zaman yaşanılan anıları, hissedilen duyguları, fısıldanan sözleri silebilir miydi aklından? Yok sayabilir miydi?
Asıl çırpınan o değildi. Her şeyin bir sonu olduğunu, bunun da bir sonu olacağını bile bile, hala hissetmek için bildiklerini, gördüklerini yok saymaktı çırpınmak...
Devam etmek...zordu. Hiç olamayacak kadar.
Ondan bu kadar çabuk vazgeçtiğini kabullense de kadın, duygularını yok saydığını nasıl unutabilirdi?

"Evet, kabullendim sevgilim. Değersizliğimi yüzüme vuracak kadar seviyesiz olduğunu kabullendim. Gideceğini önemsiz bir şeymiş gibi savunmanı, karşımda pişkince meydan okumanın seni sen yaptığını kabullendim. 

Önemsizce girmiş olduğum hayatından, mükemmelce fırlatıldığımı kabullendim.
Asıl kabullenemeyen sensin!
Beni kabullenememişsin! Hayatındaki varlığımı, daha doğrusu varla yok arasındaki o çizgide takılı kaldığımı kabullenememişsin!
Ne güzel işte. Yoksun artık! Yolun açık olsun."


"Bir adam tanıdım. Beni, varlık ile yokluk arasındaki uçurumdan iten..."



3 Ocak 2016 Pazar

Uçurumun kenarındayım. 

Gözlerimdeki dumanlı ifadeyle birlikte, dudaklarımın arasından atmosfere karışan sıcak havaya oldukça ters olan rüzgara meydan okuyarak, koşarken düşürdüğüm benliğimin kırıntılarını topluyorum.
Kendimi görür gibi oluyorum. Gözlerimin ferinde yeniden sonlanıyor hayatım, kendi sonumu kendim çiziyorum.
Eğik, yamuk ve silik...
Her zaman büyük bir özenle çizen elim, bir o kadar bilinçsizce çiziyor şimdi. Yolunu bulmaya çalışır gibi. Bıraktığı izler etrafa dağılıyor, her yeri boyuyor siyaha...
İntikam.
Hayatımın diğer hayatlara sunduğu özel bir yanıt. Daha çok karşılık.
Beni ben yapan, benliğimin rolünü oynayan uçurum.
Ayaklarımın adım atmasını sağlayan güverte.
Yarım kalmışlığım, bütünlüğün gözünü korkutacak derecede büyük.
Parmaklarım hareket edemeyecek kadar donuk.
Ve be hiç olmayacak kadar özgürüm...